29 Şubat 2012 Çarşamba

1 Maç Kaldı. O Güzel Güne 1 Maç Kaldı

  Aslında her şey geçen sene başladı. Takım dibe verduktan sonra inanılmaz çıkışı, Oktay Mahmuti faktörü ve taraftarın takıma olan inancı. Banvit serisindeki o inanılmaz atmosfer. Shipp'in son saniye basketindeki inanılmaz heyecan. O günlerden buraları hayal etmek imkansızdı. Hedeimiz de bu değildi tabi. Çünkü burası hayallerimizden de öte bir yer.
  Euroleague kuraları çekildiinde takıma bu denli inanan yoktu belkide. Takım, kendine inananları tek tek çekti yanına. En kötü gününde bile yanından ayrılmayacak insanalr var artık. Elemelerde Paok, Asvel ve Rytas derken Euroleague'deydik artık.
  Kuralar çekildiğinde herkes bir "acaba" dediyse de, takıma inananlar ve bu gruptan çıkacağını söyleyenler yine çoğunluktaydı. Barcelona, Siena ve Kazan gibi takımları İpekçi'de elimizden kaçırdık. Ama onlar galip gelse de unutamayacakları bir gün yaşatmış olduk. Son saniye basketleri, kapanan farklar, kısılan sesler, terleyen insanlar... İnanmış bakışlar, asla pes etmeyen insanlar...
  TOP16'ya kaldığımızda herkes yolun sonu burası demişti bizim için. Tüm basketbol medyası bizim grubumuzda yer alan Efes'i destekliyor, Galatasaray'ın Efes'e yatması gerektiğini kafalarından geçiriyordu. Tarihinin en büyük bütçesiyle büyük bir kadro kuran Efes de ise işler o kadar parlak gitmiyordu. 5. maçlar sonunda 1 galibiyet alan Efes, koç Ufuk Sarıca ile de yolları ayırdı.
  Olympiakos maçında ağzından kan gelene kadar bağıran, son ana kadar inanan, maç başında kolu ağrayana kadar bayrak sallayan insanalr vardı. Cska maçında tarihe tanıklık eden insanlar. Teodosic'in moraran gözü, Kirilenko'nun emziği.
  Şimdi yeni bir tarih yazma vakti. TOP8 için, o güzel gün için sadece 1 maç kaldı. Yolun açık olsun GALATASARAY. Güzel haberlerinle seni bekliyor olacağız.

25 Şubat 2012 Cumartesi

Fetih 1453

  Uzun süredir merakla beklenen film nihayet vizyona girdi. Heryerde sinema salonları doldu taştı. İnsanlar filmi izlemek için sıraya girdi. Peki yaşananlar bu film için değer miydi? İşte bunu tartışırım ben.
  17 milyon dolarlık bütçesiyle Türk sineması için pahalı diyebileceğimiz bir film. Görsel olarak çok da müthiş işler sunmasa da, 17 milyonluk bütçesinin sonuna kadar hakkı verilmiş. Benzer savaş filmleri ve bütçelerine bakıldığında bütçelerdeki uçurumu siz de görebilirsiniz elbette. Tabi her şey bütçeyle olmuyor. Kaliteli oyunculuklar ve iş bilen insanlar gerekli iyi bir film için. Bana kalırsa oyuncu kalitesi düşük. Özellikle küçük rollerdeki figüran oyuncular Flash Tv'deki mini dizilerden fırlamış gibiydi. Bu filme yakışmayan oyunculuklar gözü rahatsız ediyordu.
  Filmin müzikleri çok iyiydi. Bir savaş filmde müziklerin kullanımı önemlidir. Filmin başındaki kartallı sahneyi çıkartırsak müzikleri çok beğendim. Filmde kullanılan mekanlar ve kıyafetler özenle hazırlanmış. Hepsi çok iyiydi. Bizans İstanbul'daki görsellik çok iyiydi. Merak ettiğim İstanbul'u bu sayede filmde görmüş oldum. Keşke o haliyle korunabilseydi oralar diye geçirdim içimden.
  Filmdeki bazı sahneler çok kopuk. Kopuk kopuk ilerleyen bir senaryo var. Bir sahnede savaşmayıp bekleyen askerler varken, diğer sahnede tüm hazırlıkları yapılmış ve işlemi tamamlanmış "karandan yürüyen gemiler" var. Bu kopuklukların olmaması film adına daha iyi olabilirdi. Ayrıca filmde en çok merak ettiğim kısım olan "gemileri karadan yürütme" olayına bu kadar az yer verilmesi beni hayal kırıklığına uğrattı.
  Filmde bazı tarihi gerçekler es geçilmiş. Tabi sinema filmi çekiliyor, belgesel değil. Bazı yorum kısımları olacaktır. Ama herkesin bildiği kısımları yorumlarsan, tarih bilgisi zayıf olan insanın da gözüne batar bu durum. En bariz örnek ise, Fatih'in tahtan ilk iniş şekli artık klişeleşmiş bir bilgisir. Hemen hemen herkes bilir. Ama bu filmde farklı anlatılıyor mevzu.
  Filmde gereksiz bir aşk hikayesi geçiyor. Ulubatlı Hasan Osmanlı'nın süperkahramanıymış muamelesi görüyor. Bayrak sahnesi iyi bağlananamış. Gereksiz detaylar üzerinde durulmuş filmde. Daha fazla önem arz eden detaylar gözden kaçırılmış.
  Final sahnesi bu filme yakışmayacak düzeydeydi. Hani futbolda kaçan bir pozisyon sonrası taraftar "ben olsam atardım" der ya, aynı bunun diyecem işte. Birçok kişi eminim içinden ben olsam daha iyi bir final yazardım diye geçirmiştir herhalde. Final bir filmin her şeyi. Daha görkemli olması gerekirdi.
  Fatih Aksoy çektiği filmlerle izleyicileri sinema salonlarına bir şekilde çekmeyi başarıyor. Bu filmde de aynısını yaptı. Tabi bu, Fatih Aksoy filmleri kaliteli demek değildir. İstanbul'un fethini anlatan bu filmin yönetmen koltuğna keşke daha saygın bir insan otursaydı diye geçirdimedim değil içimden.
  Her şeye rağmen Türk sineması için önemli olduğunu düşündüğüm bir film. İnsanları sinemaya ısıtan bir film olur umarım.
Filmin imdb sayfası.

10 Şubat 2012 Cuma

İnancın Zaferi

  Bu maç için diyecek bir şey bulamıyorum. Fotograf her şeyi anlatıyor zaten. İmkansız diye bir şey yoktur. Gerçekten inanırsanız, eğer her şeyi başarabilirsiniz. Teşekkürler Galatasaray. Teşekkürler Oktay Mahmuti. Teşekkürler büyük Galatasaray taraftarı.

2 Şubat 2012 Perşembe

The Artist

  The Artist 1920'li yılların sessiz sinemadan sesli sinema dönemine geçişi anlatıyor. Sessiz sinema döneminin büyük aktörlerinden George Valentin'in, sesli döneme geçişinde dibe vuran kariyeri. Aynı döneme denk gelen büyük ekonomik krizle birlikte beş parasız ve kendince işe yaramaz kalan Valentin, bu durumda kendini sadece içkiye veriyor. Sesli sinema bazılarının kariyerini bitirse de, bazılarının da kariyerinde dönüm noktası oluyor. George Valentin'i öptüğü fotografın gazetelerde manşete çıkması sebebiyle bir anda insanların dikkatini çeken Peppy Miller'ın yeni sesli sinema yıldızı olarak doğması fazla zor olmadı.

  Film, keskin düşüş ve keskin bir çıkışı konu alıyor. Bir anda değişen hayatlar, duygular... Filmin alt metni çok sağlam. Bir filmi iyi yapan şeyin diyaloglar olmadığını bir kez daha görüyoruz. Mimikler her şeyi anlatıyordu. Herkesin dediği gibi, The Artist sessiz sinemaya saygı duruşu. Tamamen sessiz sinemanın özelliklerini taşıyan film, saniyede 22 kare çeken kameralarla çekildi. Oyuncular sessiz sinemaya bağlı kalarak mimiklerini aşırı kullandılar. Bu da ortaya çok daha güzel oyunculuklar çıkmasına sebep oldu. Bir film için müzikler çok önemlidir. Ama bu film için daha da önem arz ediyordu. Müziklerin önemle seçilmesi ve izleyiciyi filmde tutmak önemliydi. Ki bunu başarıyla da yapmışlar.

  The Artist en iyi film dahil 10 dalga oskar adayı. Oskar ödüllerinin öneminin fazla olmadığını düşünsem de, bu sene oskara damgasını vuracaktır diye düşünüyorum. Bu filmi herkesin izlemesini öneririm.
İmdb puanı: 8.4

Hoşgeldin Voleybol

  Galatasaray Spor Kulübü'nün bu sene her branşta şampiyonluk hedefi var. Bu hedefler doğrultusunda transferler yapıldı. Taraftarlar ise olmaı kadar takımlarına sahip çıkıyor. Futbol ve basketbol zaten malumunuz. Taraftarın tribünlerde yarattığı atmosfer muazzam. Fakat voleybolda bu anlamda bir eksiklik vardı. Ki erkek voleybol takımı oyuncumuz Hilgaldo bu konuda baya şikeyetçiydi. Fakat dün yapılan tribün, umarım voleyboldaki bu sorunu bitirecektir.
  Dün oynanan Galatasaray-Aek Atina bayan voleybol Cev kupası çeyrek final karşılaşmasında tribünler gerçek anlamda mükemmeldi. Haftaiçi ve mesai saati olmasına karşın, hele de hava şartlarının berbat olması, taraftarın o salona gitmesine engel olmadı. Güzel bir ambians yaratıldı. 1 saniye bile susmadı kimse. Takımımız ise bu destekle karşılaşmayı set vermeden 3-0 kazandı.
  Önümüzde erkek voleybolda, Fenerbahçe derbisi var. O maçta da salon dolacaktır umarım. Bu 2 önemli maç voleybolcularımızın boş tribünlere oynadığı maçların geride kaldığına işarettir umarım. Teşekkürler büyük Galatasaray taraftarı.

31 Ocak 2012 Salı

Mutluluktan Uçalım Bisss

  Efes yenilgisinden sonra bazılarının umutları tükense de hala bu işe baş koymuş ve başaracağımıza inanan insanlar var. Olympiakos maçı TOP8 için yeniden umutlanmamız anlamına geliyordu. Aslında TOP8'i hayal etmemiz bile imkansızdı. Hayallerimizin ötesindeydi. Şimdi bunun hesaplarını yapıyor olmak, gerçekten ama gerçekten mükemmel bir olay.
  Galatasaray, takım ve taraftar olarak bu maça o kadar inanır bir şekilde çıkmış ki, bunu maçın her saniyesinde hissedebilirsiniz. Maça gitmek için İpekçi'ye gittiğimizde daha kapıların açılmadığını gördüm. Ama kapıların önünde onlarca kişi sıra olmuş bekliyordu. Maçın bir anında bile kaybedeceğimizi düşünmedim. Aynı hisleri geçen sezon Fenerbahçe Ülker ile oynadığımız final serisi 3. maçında da yaşamıştım. Maç uzatmaya gitmişti orada da ve kazanan yine Galatasaray olmuştu. Belki de yazının başlığı inancın zaferi olmalıydı, çünkü tam bu cümleyi karşılayacak bir maç oldu.
  Maçta Galatasaray'ın 14 sayıya kadar farkı açtığı oldu. Yer yer düşüşler yaşamamız, farkın kapanmasına sebep oldu. Yine kaçan smaçlar can yaktı. Shumpert'ın maç başında sakatlığı bizi olumsuz etkiledi. Tutku'nun yokluğu hala çok hissediliyor. Tutku, Andric'in perfrmansını da yukarı çeken bir oyuncu. Bunlar bizim adımıza olumsuzluklar diyebiliriz. Ama maç içindeki artılarımız bunlardan çok çok daha fazla.
  Savovic, ilk maçı olmasına rağmen gayet iyiydi. Blok ve ribaund açısından bize çok katkı vereceğini düşünüyorum. Cevher Özer ondan beklediğimiz şeyleri yaptı. Oyunun tıkandığı bir noktada attığı üçlük ise herkesi ayağa kaldırmaya yetti. Ender Arslan ve Göksenin verilen görevleri en iyi şekilde yapsa da, Tutku'nun bu takım için çok önemli bir oyuncu olduğu da bir gerçek.
  Maçın asıl kahramanlarına gelelim. Maçın en büyük yıldızı hiç kuşkusuz Gordon. Gondon maçın önemli noktalarında sorumluluk alıp, ondan beklediğimizden de fazlasını verdi maçta. Hani spiker de gol gibi bir basket diye bağırdı ya onun turnikesinde. Aynen öyle işte. Bize maçı getiren en önemli isimdir kendisi. Jaka Lakovic o kadar iyi oynadı ki, 1/8 üçlük atmış olması kimsenin gözüne batmadı. Gonron gibi kritik yerlerde attığı sayılar, zor görevlerin üstesinden gelmesi, onun bu maçın yıldızlarından birisi olmasını sağladı. Hele ki maçın normal süresinin son anlarında 0 hatayla oynaması her şeyinde ötesindeydi. Herkes hata yapar ama O, orada hata yapsa maç elimizden giderdi. Son saniyelerde top hep Lakovic'e gitti. O'na faul yapıldı ve o da bunları sayıya çevirmesini bildi. Dediğim gibi bir tane kaçırsa maçı kaybederdik. Teşekkürler Lakovic.
  Oktay Mahmuti. Bu adam için ne desek az. Gerçek bir aslan yürekli. Bun başarının en büyük mimarı. Galatasaray basketbolunun üstünde bir adam. Gerçek bir kahraman. Duruşuyla bizlere mutluluk veriyor. Efes yenilgisi onrasında 22 yıllık antranörlük kariyerinde, son 2 yılda gerçek taraftarın ne olduğunu öğrendiğini söylemişti. Takımın düştüğünde taraftarın kaldırdığını, ayaktayken taraftarın ittiğini... Olympiakos maçı sonrasında ise spikerin "Taraftara teşekkür etmek ister misiniz?" sorusuna, "Teşekkür yabancıya edilir. Biz bir aileyiz. Beraber bu yola çıktık." şeklindeki cevabı tüm taraftarların gönlünde taht kurmuş olan bu adamı göklere kadar çıkarttı.
  Taraftara ise bu maçta ayrı bir parantez açmak lazım. Açıkcası gittiğim en iyi basket maçıydı. En iyi tribünü yaptık. Görsel olarak izleyenlere çok bir anlar yaşattığımıza inanıyorum. İlk defa bir basket maçında sesim kısıldı. Bayrak sallamaktan kolum 1-2 gün ağrıdı durdu. Ama deydi. Türkiye'deki en iyi basket taraftarı olduğumuz da bir gerçek. (Basketbol seyircisi-futbol taraftarı ayrımına kesinlikle tarşıyım tabi.) Taraftarın eksik kaldığı 1-2 nokta var hala, yok değil. Ama bunlar o mükemmel görüntünün gerisinde kalan durumlar. Seçilen besketelr çok çok yerindeydi. Mesela oyuncu isimleri okunduktan sonra "Bizler inandık sizde inanın" gerilmesi, Olymiakos'un son saniyede gelen imkansız içlüğünden sonra girilen "Canım feda olsun sana" tam yerine oturan besketlerdi. O son saniyede gelen üçlükten sonra takım moral olarak dibe vurdu. O'nu yine, Oktay Mahmuti'nin dediği gibi, yerden kaldırıp arkasından itmek taraftara düşmüştü. Taraftar o kadar iyi ki, bunu gerçekten iyi bir şekilde başardı.
  Şimdi herkes gibi Galatasaray'ın da gruptan çıkma şansı var. Önümüzdeki ilk maç Cska maçı. bizim için en önemli hedef maçı ise içerdeki Efes ve deplasmandaki Olympiakos maçları. Bu maçları gerçekten alabiliriz. Kesinlikle imkansız değil. Sadece takım son topa kadar oynasın, en az taraftar kadar maçı istesin. Teşekkürler Yenilmez Armada. Teşekkürler Oktay Mahmuti.
  Resimler tamamı Galatasaray.org'dan. Diğer resimler için tıklayınız.






27 Ocak 2012 Cuma

#bence90lar

  Başlığa bakıp 90'lar şöyle geçti, böyle geçti diye anlatıp duracağımı düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. 90'lar, 80'ler, 70'ler hep özlem duyulan yıllardı. 90'lı yıllarda herkesin bildiği yaptığı, sevdiği şeyleri insanların önüne getirirseniz bu iş yine olur. Oldu da...
  Okan Bayülgen'i Zaga programından beri takip ederim. Sanırım ilk kez 90'lar programını Makina'da yapmıştı. (Daha önce yaptıysa bilmiyorum.) O zamanlar da zevle izlemiştim programı. 90'lardan görüntüler, şarkılar, şarkıcılar, oyuncular... Okan Bayülgen bunu bu sene de yaptı. 90'lar Disko'su... Fakat bu sefer başka bir şey daha yaptı. Sosyal Medyayı da işin içine dahil etti.
  Biz sosyal medyayı Facebook ve Twitter'dan ibaret sayıp, insanların boş zamanlarını geçirdikleri yer olarak göreduralım, bazı insanlar bu sosyal medya nimetini nasıl paraya çevireceğini çözmüş bile. Program öncesine twitter'a #bence90lar hastang'ini twitter'a yazan Okan Bayülgen, tüm dikkatleri üzerine bir şekilde çekmiş oldu. Tüm internet alemi bir şekilde programdan haberdar oldu. Kanal D gibi daha çok rating alan bir programda aynı programı yapıp bu kadar dikkatleri üzerine çekemeye adam, sadece twitter'a bir tweet atarak bunu nasıl becerdi? Bir anda #bence90lar ve programda konuşulan bazı isimler dünyanın en çok konuşulan konuları arasına girmeyi başardı.
  Okan Bayülgen'in twitter hesabını 1 milyondan fazla insan takip ediyor. Facebook sayfaları, hayran sayfaları, çeşitli platformlardaki sayfalar, siteler derken milyonlarca insana bu kadar kolay ulaşılabilen bir olaydan bahsediyoruz. Yani sosyal medyadan. Sosyal medya olmasaydı bundan bu kadar insanın haberdar olmayacağı da aşikar. İşte bu yüzden bu olaya bu kadar önem veren insanlar ve kurumlar var. Bazı insanlar "sosyal medya uzmanı" adı altıdnda işlere giriyor, bazı şirketler bu olaya tv reklamları kadar önem veriyor. İnsanlar artık tv izlemiyor. İnternet başında geçiriyor çoğu zamanını. Hele ki mobil internet yaygınlaştığından beri internette geçirilen zaman hayli artmış durumda. Televizyon izlenilen süre ise fazlasıyla azaldı. Artık insanlar dizileri bile internetten izliyor. Reklamlar can sıkmaya başladı. 1.5 saatlik diziyi, 3 saatte izlemek istemiyor kimse. Hal böyleyken interneti etkin kullanan insanlar, şirketler kazançlı çıkmaya başladı. Şarkıcılar kaset satamazken, çok fazla tıklanır oldu. Ki hala sosyal medyayı beğenmeyip "niye tıklıyorsunuz arkadaş" diyenler de var. Ama çoğu "istediğiniz kadar indirebilirsiniz" diyebiliyor. Bunun önüne geçemezsiniz zaten. Kaset satarak para kazanılmayacağını da herkes anlamıştır umarım.
  Önemli kişiler ve kurumlar artık kendi sitelerinden çok sosyal medya hesaplarına önem verir oldu. Bir site yapıp benimle ilgili şeyler şuralarda demeye yarıyor o siteler artık. Resmi twitter, facebook hesapları doldu heryer. Bazı siteler kişilerin gerçek olduğunu onaylar işaretler koyuyor hatta. Bu olayda kandırılmak da kolay ne yazıkki.
  Facebook kurulurken insanlar arkadaşlarıyla iletişime geçsin, sohpet etsin, paylaşımlarda bulunsun gibi şeyler amaç edilmiş olabilir. Ama bugün farklı yerlere ulaştı. Siteyi en yanlış kullanan millet olabiliriz ama işin hakkını veren insanlar da yok değil. Facebook üzerinden etkinlikler yapıp binlerce insanın aynı anda aynı şeyi yapmasını sağlayabilir, tepkileri sokağa çıkarak koymak yerine internetten yapabiliriz. Tek tek imzalar geride kaldı. Artık yeni moda sanal imza. Okan Bayülgen programlardan önce anket paylaşıyor. Bu anketleri binlerce insan dolduruyor. Hemde çok kısa bir süre içersinde. Bunu klasik şekilde yapmaya çalışsak, onlarca insan, günlerce zaman gerekir. Ama internette yarım saat sürüyor. Basın açıklamaları internet üzerinden yapılıyor, ünlülerin hayranlarıyla sohpetleri sanal ortamda oluyor. Hal böyleyken hala "internetten anlamam ben yeaa" diyen ünlüler biraz zamanının gerisinde kalmış oluyor ne yazkki.
  Bir insan hakkında istediğiniz her türlü bilgiye kolaylıkla ulaşmanızı sağlayan bir sistem internet. Biri şu an ne yapıyor, ne yiyor, nasıl bir ruh halinde, hangi şarkıyı dinliyor, en çok hangi şarkıları dinliyor, bir konudaki düşünceleri neler gibi sorular kolaylıkla cevaplanıyor. Tabi bu kişinin interneti etkin kullanması gerek. Bu durum internet ve özel hayat ilişkisinin de sorgulanmasını sağlamıştır. Yani özel hayatın bu kadar ortada olması fazla alışık olduğumuz bir durum da değil elbet. Ne kadar gizlilik ayarları gibi bir durum olsa da, aranılan bilgilere bir şekilde ulaşılıyor tabi. Polisler bile artık facebook yardımıyla çözüyor olayları. :)
  Bizim zamanımızda okulda kartpostal nasıl yazılır öğretilirdi. Sonra bilgisayar dersleri kondu. Şimdi ise her öğrenciye tablet bilgisayar veriliyor ve derslerin buradan işleneceği söyleniyor. Bu durum nasıl olur, başarılı olur mu bilmem. Ama ortalığın tablet çöplüğüne döneceği de olası bir durum. İnternetin etkin kullanımı, doğru kullanımı insanları bir adım öne götürecektir.
  Yazıya başlamadan önce daha farklı şeyleri yazmayı hedeflemiştim ama yine konuyu çarpıttım. Umarım fazla saçmalamamışımdır. :)