12 Eylül 2017 Salı

Ayın Yönetmeni - Richard Linklater #Ağustos

Ayın yönetmeni olarak bu ay Amerikalı yönetmen Richard Linklater'ı seçtim. Kendisi benim zaten sevdiğim bir yönetmendi ve bu sebeple de izlemediğim filmlerini izleyebilmek için fırsatın bu olduğunu düşündüm. Amerikan sinemasının o büyülü ve dev bütçeli yapımları arasında kendi tarzını ortaya koyarak sıyrılmış ve tarzını da izleyicilere kabul ettirmiş, Amerikan bağımsız sinemasının en iyi isimlerinden birisidir kendisi.

Yönetmen en çok yazdığı diyaloglar ile ön plana çıkıyor. Dana önceden de izledim Before Üçlemesi zaten bunun en büyük örneği. Ki bu üçleme bu türde izlediğim en iyi filmler ve izlediğim en iyi üçlemelerden biridir. Özellikle de Before Sunset'i ayrı bir severim. Bence bu filmler fikir olarak da çok iyi. Ayrıca deneysel sinema örneği olarak kabul edebileceğim(bence) filmlerini de izledim ve her biri gayet de başarılı. Slacker, Walking Life ve Boyhood gibi. Farklı şeyler denemeyi sevdiği zaten sinematografisinden de belli oluyor.

Öncelikle izleyebildiğim ilk filmi olan 1991 yapımı Slacker izle başladım. Slacker'ı izlerken bir mutluluk için girdim. Çünkü daha önce bu filmden haberim dahi yokken böyle bir film çektiğimi hayal etmiştim. Net bir konusu olmayan ve kameranın çektiği kişi ve o kişiyle karşılaşan başka biriyle kameranın devam etmesi fikri. Bu fikrin daha önceden çekilmiş olması ve özellikle de Richard Linklater tarafından çekilmiş olması çok hoşuma gitti.

Daha sonra ise 70'li yılların lise hayatını anlatan Dazed and Confused ile devam ettim. Bu film ve Everybody Wants Some!! ile dönem filmlerindeki başarısını da bizlere göstermiş oldu. Dönemin şartlarını yansıtma konusunda kesinlikle çok iyi. Özellikle Dazed and Confused'ı izlediğim en başarılı gençlik filmlerinden biri olarak hafızamın bir köşesine attım. Yine bir lise hikayesi olarak bakarsak da The School Of Rock da türü için gayet iyi bir film.

Gelelim Before Üçlemesine. Benim için Richard Linklater demek Before Üçlemesi demek. O derece seviyorum bu filmleri. Özellikle de ikinci filmi. Diyaloglar mükemmel ve zekice yazılmış. Sadece yürüyüp sohbet eden iki insandan çok daha fazlası bana göre bu filmler. Suratımda hep bir gülümseme ile izletti kendi. İnsanda aşık olma duygusunu üst seviyeye çıkartıyor. Geçenlerde seriye 4. film çekme düşüncelerinin olduğunu duydum. Sevinsem mi üzülsem mi bilemedim. O kadar çok seviyorum ki, bunun bozulacak olma ihtimali bile korkutuyor beni. Julie Delpy'in yaşlanmış olma ihtimali de beni derinden üzün şeylerden biri. Ama yine de izlemek istiyorum.

Son olarak da bahsetmek istediğim filmi Boyhood. Çekimleri aynı oyuncularla 12 yılda tamamlanan çok iyi bir film. Anne ve babası boşanmış olan bir çocuğun hayatının 12 yıllık evresine tanık oluyoruz. Film ilerledikçe çocuk daha da büyüyor. O büyüdükçe daha da olgunlaşıyor. Herkesin çekmeye cesaret edebileceği bir film değil bana göre. Ve kesinlikle kurgu olarak hiçbir şekilde bir bozukluk hissetmiyorsunuz olay akışında. Yönetmenin ne kadar iyi olduğunun başka bir kanıtıdır bana göre bu film.

Richard Linklater'ın gelecek filmlerini fazlasıyla merak ediyorum şimdide.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder